Birkaç gündür özellikle sosyal mecralarda (Twitter, Facebook ve benzeri) bir sansür tartışmasıdır gidiyor. #22agustos hashtag’i ile Twitter’da yayılan habere göre 22 Ağustos’ta Türkiye’de internetin patronu olan BTK (Bilişim Teknoloji ve İletişim Kurumu) herkese belli filtreler seçme zorunluluğu getireceği iddia ediliyordu. Bu olay üzerine epey gürültü koptu. Başta belli başlı medya kuruluşları olmak üzere birçok mecrada haber olan bu olay sonucunda BTK Başkanı Tayfun Acarer apar topar basın toplantısı düzenlemek zorunda kaldı.
Olayı başından beri takip eden biri olarak klasik bir ‘kulaktan dolma’ durum olduğunu söyleyebilirim. İnternetin hayatımıza girmesiyle birlikte iç yüzünü ya da detayını bilmediğimiz konularda saldırgan ve yıkıcı tavırlar sergilemek de moda oldu. Hoş bu olayda BTK’nın bu süreci iyi yönetememesi, konuya yeterince açıklık getirmemesi ve sosyal ağlarda en ufak bir açıklama/paylaşım yapmamasının da fazlasıyla etkisi var. Zaten mimli bir kurum olan BTK, her zaman olduğu gibi ‘nisbeten’ suçsuzken suçlu konumuna düştü.
Konuyu basit olarak anlatmak gerekirse:
22 Şubat’ta yayımlanan bir genelge ile İnternet Servis Sağlayıcı’lara belli zorunluluklar getiriliyor. 22 Şubat 2011’de alınan İnternetin Güvenli Kullanımı kararda güvenli ve standart olarak iki farklı kullanım türü belirlendi. Güvenli seçeneğini kabul eden aboneler için Aile, Çocuk ve Yurtiçi filtreleri oluşturulması da kararlaştırıldı (mevzuatın tam metnini okumak için tıklayın). Kavga da işte tam burada çıktı. Mevzuatın dilini tam olarak anlamayanların başını çektiği bir grup sanki sansür geliyor ve herkesin hangi sayfalara gireceğine devlet karar verecekmiş gibi bir yargıya vardılar ve olaylar bundan sonra gelişti.
İnternet üzerinde protestolar yapıldı ve hatta Twitter’de Trend Topic bile oldu bu konu. Hatta konuyla ilgili iki adet yürüyüş de planlandı: Birisi 15 Mayıs, diğeri ise 17 Temmuz‘da düzenleniyor. Merak edenler linklerdeki Facebook etkinlik sayfalarına bakabilir.
Peki bu yeni mevzuat ne getiriyordu?
Aslında mevzuat halen kullanılan Standart filtre paketi biraz genişletiyor ve ağırlıklı olarak İnternet Servis Sağlayıcılar’a belli yükümlülükler getiriyordu. Halen yürürlükte olan kanunlara göre Türkiye’de bu yazı kaleme alındığında 62 bin siteye erişim engellemesi yapılıyor. Bu sitelerin büyük bir çoğunluğu yasadışı içerik (porno, şiddet, terör ya da müzik/video paylaşımı) bulunuyor. Bunların da hepsi BTK’nın tarafından kapatılan siteler değil. Kanunen bir mahkeme karar aldığında (ki tartışma genelde mahkeme kararı ile kapatılan sitelerde çıkıyor) istediği siteyi BTK’ya bilgi vermeden kapatabiliyor. (Zaten BTK’nın da yakındığı konu biraz da bu. Bu ayrı bir yazı konusu olabilecek kadar geniş bir konu. Başka bir blog yazımda buna da değineceğim.) Yeni sistemde bu kapatılan ve erişime engellenen sitelere ek olarak Çocuk ya da Aile gibi özel filtreleme paketleri getiriliyor. Ancak hazırlanan metin öyle cümleler içeriyor ki sanki herkes bunları seçmek zorundaymış gibi bir anlam da çıkarabiliyordunuz. Zaten bütün sorun da burada çıktı.
Halen tartışmalar devam ediyor. Bilişim basını ve kamuoyu bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Bir grup bunun sansür olduğunu ya da uzun vadede sansüre sebep olabileceğini iddia ederken bir diğer grupsa yeni sistemin özel bir şey getirmediğini, varolan uygulamaya ek filtreler geldiğini ve bunların da seçimli olduğunu belirtiyor.
Benim fikrim ise her ikisini de ihtiva ediyor: Bence de bu bir sansür değil. İsteyen istediği filtreyi seçecek. Seçmezse otomatik olarak BTK’nin öngördüğü Standart filtreye girecek zaten. Ancak bu internet yönetimi konusunda hükümetin ve devletin biraz daha çalışması lazım. Geleneksel kafa ile konuya yaklaşıp ‘biz yaptık olacak’ emrivakiliği ile bu konuda adım atmak biraz zor. Çünkü sonuçta internet çok dinamik bir ortam ve bürokrasinin ağır-hantal yapısı ile yenilik ve düzenleme yapılamıyor. BTK ve diğer kurumlar da ne yazık ki konuya bürokratik pencereden bakıyorlar.
Ancak bir de madalyonun öteki yüzü var: İnternetin sonsuz özgürlük anlamına gelmediğini de düşünüyorum. Aklımıza geleni söyleyelim, yasadışı içeriği yayalım ve hiçbir şey olmasın ya da kimse bize karışmasın gibi bir mantıkla da bir yere varmak mümkün değil. Bir şekilde kontrol olması gerekiyor. Tabi burada kontrolden kast ettiğim sansür ve benzeri uygulamalar da değil tabi. Adabınca, usulünce, demokratik ve mantıklı şekilde yapılan düzenlemelerin olması gerektiğini düşünüyorum. En azından kişisel fikrim böyle…